3 Kasım 2010 Çarşamba

ÖZGEÇMİŞİM


            Doğum kaydımda “Ilıca – 1935” yazmaktadır. Ilıca, Balıkesir’in Balya İlçesine bağlı şirin bir beldedir. Termal kaplıcası ve yemyeşil doğası ile güzel bir yerleşim yeridir. Çocukluğumun ilk 13 yılı bu beldede geçti. İki katlı olan evimizde dedem, ninem, annem, babam ve kardeşlerimle birlikte oturuyorduk. Ağabeylerimden biri Kayseri’de Gedikli Askeri Mektebinde, diğeri de Balıkesir Ortaokulunda okuyordu. Tatillerde eve geldiklerinde kalabalık ve coşkulu bir aile ortamı oluşurdu. Baba ve anne tarafından Bulgaristan göçmeniyiz. Her ikisi de Osmanlı-Rus harbinden sonra farklı zamanlarda Anadolu’ya göçmüşler. Dedem Medrese eğitimi almış olduğundan daha önce imamlık yapmış ve Cumhuriyet kurulduktan sonra da ilk mekteplerde muallim olarak çalışmış. Babam okutulmamış amma, gece yatakta uyumadan önce dedemin kitaplarını okuyan ve okumayı seven bir insandı. Amcam Cumhuriyetin ilk öğretmenlerindi. Dedem yaşadığı dönemin aydın insanlarındandı. İlkokula gittiğim yıllarda “Güneş Sistemi” ile ilgili ilk bilgileri dedemden edindim. Evimizde, Atatürk ve devrimleri ile ilgili olarak o kadar olumlu konuşmalar olmuş ki, daha ilkokula gitmediğim yıllarda çevremizdeki büyükler “Büyüğünce ne olacaksın diye sorduklarında, ATATÜRK olacağım” dediğimi hatırlıyorum.


            İlkokulu bitirdiğim 1948 yılında Savaştepe Köy Enstitüsüne girdim. İlkokul öğretmenimin, sınavı kazandığımı geç bildirmesi nedeniyle 1. Sınıfta okuyacak öğrencileri belirlemek için yapılan eleme sınavına katılamadım ve bu nedenle hazırlık sınıfına kaydım yapıldı. Birinci sömestri öncesi, matematik öğretmenim Reşat Küçükaydın’ın,”Derslerin iyi,seni 1.sınıfa alalım” teklifini “arkadaşlarımdan ayrılmama gerekçesiyle” kabul etmedim. O da ısrar etmedi. Böylece 5 yılda mezun olmayı düşündüğüm okulumu, 1953 yılında Köy Enstitülerinin kaldırılıp 6 yıllık Öğretmen Okuluna dönüştürülmesi nedeniyle de, 7. yılın sonunda ilkokul öğretmeni olarak bitirdim.
            Aynı yıl girdiğim Necati Eğitim Enstitüsünün Fen Bölümünü 1957 yılında bitirdim ve Ergani Ortaokuluna Fen Bilgisi Öğretmeni olarak atandım. Öğretim yılı içinde okulumuz denetimden geçti. Sonradan isminin Hikmet Türk olduğunu öğrendiğim ve Milli Eğitim camiasında “Uzun Hikmet” lakabı ile tanınan Müfettiş Bey dersimi dinlemek istediğini söyleyerek son sınıftaki matematik dersime girdi. Ders konusu,”Üçgenlerde Benzerlik” idi. Ben ders kitabında yazılanları aynen aktarmaya çalışıyordum ki, Müfettiş Bey “sen kenara çekil, derse ben devam edeceğim” diyerek, kenar açı kenar bağıntısını açıklamaya başladı. Konuya girerken, kişilerin anne veya babalarına benzerlikleri ile göz kenarlarındaki açılar arasında ilişki olduğunu öğrencilerle birlikte ifade ettikten sonra, bunun göz kenarındaki açının eşitliği ile ilgili olduğunu belirtip üçgenlerdeki benzerliğe geçiş yaptı. O anda içimden “vay be” diyerek takdirlerimi ifade ettim. Müfettiş bey, benzerlik için göz kenarındaki açı eşitliğini  model olarak ele almış ve konunun bu modele uygulanmasına yönelik zihinsel etkinlikle anlaşılmasını sağlamıştı. Bu örnekten, öğrenmede bilgiyi kullanabilmek ”öğrenebilmek” için zihinsel etkinlikte bulunabilmenin önemini o zaman anladım ve derslerimde yararlanmaya çalıştım. Çünkü daha önce okuduğum öğretim metotları derslerinde  konulara bu şekilde yaklaşılmamıştı. Milli Eğitim Bakanlığı Müfettişi olarak çalıştığım yıllarda da, dersini denetlediğim öğretmenler için benzer rehberliklerde bulundum ve öğretmenlerden olumlu tepkiler de aldım. 
             Eşim Gülten ile 1958 yılında Edremit'in Zeytinli Beldesinde evlendim. Çocuklarım Erdal ve İlke'nin yetiştirilmesinde ve o günün gözde okullarından olan Bornova Maarif Kolejine girmelerindeki katkısı benden fazladır. Oğullarım gibi gelinlerim Şebnem ve Hatice de doktor olduğundan dört tane doktor anne ve babası olup, dört tane de torunumuz bulunmaktadır. Bu bizim için büyük mutluluk nedenidir. Eşime bu nedenle şükran borçluyum. Ben de iyi bir eş olmaya çalıştım ve başarılı olduğumu da söyleyebilirim.
           Sömestri tatillerinde eşimin anne ve babasının yanına Zeytinli'ye giderdik. Zeytin ve zeytinyağı gibi ihtiyaçlarımızı oradaki tanıdıklardan alırdık. Bir seferinde eşimin dayısının oğlu matematik öğretmeni Mehmet Kavdır'a, alacağımız zeytinyağı için kimi tavsiye edersiniz diye sorduğumda, tanıdığı ve güvendiği kişinin ismini verdikten sonra,"Zeytinyağının katkısız olmasının erken donmasından anlaşıldığı halk arasında söylenir" dedi. Sonra düşündüğümde, içine başka nebati yağ katılan zeytinyağının saflığını kaybedip çözelti oluşturduğunu, çözeltinin donma noktasının da saf çözücüsünün donma noktasından düşük olduğu önbilgimi kullanarak,üreticilerin uyguladığı bu yöntemin doğruluğunu denetlemiş oldum. Bu olay bana sorun çözümünde kullanılacak önbilgiye sahip olmanın önemini gösterdi.
           27 Mayıs 1960 ihtilalinin yapıldığı yıl Babaeski’deki I. Zırhı Tugayda yedek subay  olarak görevli idim. O günkü ortamda terhisime 3 ay kala Silifke Lisesine tayinim çıktı. Maaşım Babaeski’deki birliğimden gönderiliyordu. Silifke’ye gelmesi bir haftayı geçiyordu. Evli idim ve büyük oğlum Erdal 1,5 yaşında idi. Bu gecikme maddi sıkıntıya neden oluyordu. Yine böyle bir ay başında hademe İbrahim Bey gelerek,”Müdür bey sizi çağırıyor” dedi.  Müdürümüz Enver Levent’in odasına gittiğimde elindeki sarı zarfı uzatarak,”içinde maaşın var, birliğinden geldiğinde ödersin” dedi. Böyle bir davranışı hiç beklemiyordum, ihtiyacım vardı, eşim ve ben çok mutlu olduk. Bu bana, iyi yöneticide bulunması gereken özelliğin ne olduğunu öğretti. Müdürümüzün bu davranışından, kişinin işinde başarılı olabilmesi için sorunlarının giderilmesine yardımcı olmanın önemini anladım ve bundan İzmir Özel Türk Lisesinde “Öğretmenin İşbaşında Yetiştirilmesi” konulu projemin başarı ile uygulanmasında yararlandım.        
            Silifke Lisesinde lise sınıflarında fizik dersine giriyordum ve konulara hakimiyetim yönünden zorlandığım oluyordu. Matematik öğretmeni Ekrem Metin Abi ile birlikte nöbetçi olduğumuz bir günde bana hitaben,”Bak Erden, müfettiş çağırıp, 6Fen sınıfında falan konuya başla,10 dakika sonra dersini denetlemeye geleceğim dediğinde, bunu yapabilecek düzeyde ders konularına hakim olmalısın” dedi. Bundan sonra, öğretebilmek için öğrenilecek konudaki bilgiye hakimiyetin ne kadar önemli olduğunu daha iyi anladım. Ekrem Abi’nin Ankara fen Lisesinde matematik Öğretmeni olarak çalıştığı 1968 yılında, O’nun yardımı ile Ankara fen Lisesinde açılan Modern Fizik kursuna katıldım ve eksiklerimi gidermeye çalıştım.
            1967 yılında İzmir’e tayinim yapıldı. 1970 yılında İzmir’de bir akşam ortaokulunda göreve başladım. Gündüz boş olan zamanımı üniversitede branşım ile ilgili bir fakültede değerlendirmek istedim. Ancak Eğitim Enstitüsü mezunu olmama rağmen lise mezunu olmadığım için üniversite giriş sınavlarına giremiyordum.  1970 yılında Milli Eğitim Bakanlığı Talim ve Terbiye kuruluna verdiğim bir dilekçede;   ” Öğretmen Okulunda ve Eğitim Enstitüsü fen bölümünde aldığım derslerin müfredatının, lise fen bölümü müfredatının üzerinde olduğunu gerekçe göstererek, üniversite seçme sınavlarına girmemin ve kazanmam halinde üniversiteye kaydımın yapılmasının engellenmemesini istedim. İsteğim, tüm yüksek okul mezunları için geçerli olacak şekilde kabul edildi.” Bu olumlu karardan ilk yararlanan kişi olarak, aynı yıl üniversite giriş  sınavında başarılı oldum. Mezun olduğumda, maddi yönden daha avantajlı iş bulurum ümidi ile Ege Üniversitesinin Fen fakültesi yerine, Mühendislik Bilimleri Fakültesi Kimya Mühendisliğine kaydımı yaptırdım. Mühendislik ve matematik dersleri dışındaki tüm fizik ve kimya derslerini Fen fakültesinden alıyorduk. Orada beni bir öğretmen olarak etkileyen, o günlerde doçent olan  İsmet Ertaş’ın Deneysel Fizik Dersinin Laboratuar çalışmaları olmuştur. Laboratuara girildiğinde, asistanlar her öğrencinin yapılacak deneyde kullanacakları önbilgilere hakimiyetini yoklayan sözlü sınav yapıyorlardı. Sınavda başarısız olan öğrenci laboratuardan çıkarılıyordu. Bu uygulama bana, yeni bilgi edinme ve onu kullanabilme becerisinin daha hızlı kazanılabilmesi (öğrenilebilmesi) için konu ile ilgili önbilgiye sahip olmanın önemini gösterdi. 1974 yılında fakülteyi bitirdiğimde branşım kimya olarak değiştirildi. Bu branşta ihtiyaç olması nedeniyle de 1976 yılında Milli Eğitim Bakanlığı Müfettişi olarak atamam yapıldı. Bu görevde iken 1985 yılında “Lise Kimya Kitapları Yazım Komisyonunun Başkanlığını” yaptım ve kitapların yazımına katıldım. Aynı yıl Müşavir Müfettiş iken isteğim ile emekliye ayrıldım.    
            Bir süre özel dershanelerde kimya öğretmenliği yaptıktan sonra, davet üzerine 1990 yılında İzmir Özel Türk Lisesinde “Öğretmenin İşbaşında Yetiştirilmesi” projesini hayata geçirdim ve bu görevi 10 yıl süre ile başarı ile yürüttüm. Bu görevim devam ederken, Özel Türk Fen Lisesinde kimya öğretmenliği görevini de sürdürdüm. Verdiğim dersler için hazırladığım notlarımı, “Ders Notları” adı altında kitaplaştırarak öğrencilerimin ve meslektaşlarımın yararlanmalarına sundum.  Bu çalışmam ile ilgili geniş açıklama, “Nasıl Bir Eğitim Sistemi” başlıklı yazımda yapılmıştır. Bu çalışmalarım sırasında öğretmen ve zümre başkanları üzerinde etkili olabilmek için, onlar gibi derse girmenin, yapmaları istenen etkinliklerin benim de yapmış olmamın çok inandırıcı ve etkili olduğunu gördüm. Projenin uygulanışındaki başarının en önemli nedenlerinden biri, benim de onlar gibi derse girmemdi. Bu çalışmalarımdaki başarılarım nedeniyle Milli Eğitim Bakanlığınca “teşekkür ile taltif edildim”.
            2004 yılında yapilan yerel seçimlerde Güzelbahçe İlçesinden İzmir İl Genel Meclisine üye seçildim. Meclis çalışmalarına aktif olarak katıldım. Oluşturduğum, “Küçük köylerde Muhtarlık Binası Projesi” ekonomik ve sosyal içerikli olması nedeniyle İl Genel Meclisinde benimsenerek, ilk olarak Güzelbahçe’nin Payamlı Köyünde uygulamaya konuldu. Beğenilmesi nedeniyle başka küçük köylerde de uygulandı. Böylece, küçük köylerde ilköğretim okullarının bulunmamasının neden olduğu, Türk Bayrağının ve Atatürk Büstünün yokluğunun yarattığı sakıncalar giderilmiş olmakla birlikte, bu köylerde Devletimizin temsil edilmesi de sağlanmış oldu. İl Genel meclisi üyeliğim süresince dikkatimi çeken husus şu idi : Meclis üyelerinin çoğunluğu topluma yararlı olmak yerine kendi sosyal statülerini yükseltmeyi ve bunu ileriki siyasi yaşamlarına basamak yapmak amacıyla kullanmayı istediklerini gözlemledim. Yapılan toplantılarda,özellikle grup toplantılarında söz almadan yüksek sesle konuşmanın kendilerine avantaj sağlayacağını düşünmekte idiler. Bu düşüncelerinde haklı olduklarını da gördüm. Çünkü, önemli komüsyonlara uzmanlık alanı olmasa da hep çok bağıranlar, başkalarına söz hakkı tanımayanlar seçiliyordu. Örneğin ben eğitim komüsyonuna seçilememiştim. 
            Meslek yaşantım süresince  önbilgiye sahip olmanın yeni bilgi edinmeyi ve öğrenmeyi hızlandırmak için gerekli olduğu, ancak yeterli olmadığı, yeterli şartın da, edinilen bilgilerin kullanılabilmesi için gerekli olan becerilerin “öğrenmelerin”, yapılan zihinsel etkinliklerle  kazanılabileceğini anladım. İnsanın, zihinsel yeteneklerini kullanarak kendisine sunulanların dışında başka olanaklara da sahip olunabileceğini ve fark yaratabileceği sonucuna vardım.  Eğitimde, öğrenmenin zihinsel etkinlikte bulunabilme becerisinin kazandırılmasıyla   gerçekleştirilmesinin  ve bunun yaşam biçimine dönüştürülmesinin önemli olduğunu gördüm. Bunu meslek yaşantımda uygulamaya çalıştım.
            Öğrenme ve eğitim konularındaki görüş ve düşüncelerimi deneyimlerime, bu konudaki otoritelerin görüşlerine dayandırarak kaleme aldım ve ilgilenenlerin, yararlanmaları amacı ile de özellikle meslektaşlarımın görüşlerine sundum. Sanıyorum, aşağıdaki fıkra bu çalışmamın amacını çok daha iyi açılayacaktır:             

             Bir köylü sırığın iki ucuna bağlayıp omuzunda taşıdığı testilerle her gün, uzaktaki çeşmeden evine su taşıyormuş. Ancak testilerden biri ortasından çatlak olduğundan her seferinde eve gelinceye kadar suyun yarısı yolda akıyormuş.

           Çatlak testi Köylüye; "Beni at,yerime sağlam testi al ve her seferindeki su kaybın olmasın" demiş.

           Köylü; "Olur mu öyle şey. Sen olmasaydın, her seferinde yolun sağından yürüyerek akıttığın su ile sulanan çiçekler bu kadar güzel olur muydu?" diye açıklama yapmış.

           Bu çatlak testi kadar yararım olursa ne mutlu bana.
          

     

Hiç yorum yok: